Sayfalar

10 Kasım 2023 Cuma

Ayna

sorsalar şimdi bana
devirmişken altmışı
ne olmak isterdin
büyüyünce diye
ayna derdim düşünmeden
göstermek için
taşa taş olduğunu
olmasa da gözleri

Güne Ait Düşünceler


tarlalarda karga kovalamaktan

cephede düşman

barışta cehalet kovalamaya varan 

bir kısa kocaman yaşam

birinden diğerine koştuğu cepheler

aldığı ve verdiği emirler

fakru zaruret içinde kazandığı onca zafer

elbette getirecekti şan ve şeref

 

yapmasa da bunları

bu zeka yaşatacaktı pekala

o naçiz vücudu gönlünce

şartlardan ari

 

gelmeyince şan ve şeref neye yarar ki

uğruna yaşanmış bir ideale ulaşmanın

damakta bıraktığı zafer tadına varmadıkça

en büyük başarı ne bize bıraktıkları

ne cumhuriyet ne demokrasi

ulvi ve çok ama çok değerli

hedef odaklı yaşanmış 

koskoca bir ömür ki

paha biçilmez her saniyesi 


 

Ahmet Ertan

Zekeriyaköy 10 Kasım 2023

8 Temmuz 2022 Cuma

Sönen Fener


bir fener daha söndü bugün

aranacak ta uzaklardan görünen ışığı çok

esen rüzgarlarda, heybetle dalgalanan denizde 

tehdit olduğundan değil kayalar yada bir batık

çaresiz tayfalara bir umut ışığı gerektiğinden

yada tehlikeli bir sığlığı anlattığından da değil be yavrum

 

bilir misin tuzlu suyun sadece altından değil

çevrenden ve hatta dudaklarından seni çevrelediği 

o uzun günlerden sonra ne arar insan 

 

bir sıcak yatak belki şöminede bir ateş

yeter mi bir evin ıssız ve sıcak konforu

gönül arar bir koca el ki sıvazlasın sırtını

bir kucak ki açılsın eşi olmaz bir sevgiyle 

 

bir fener daha söndü bu gece

o ıssız denizde kim bilir kaç gemi

kim bilir hangi kaptanlar

süvariler, çarkçı başılar ve tabi tayfalar 

bir hedef bir sığınak daha kaybetti

çaresi yok fener gibi parlamak gerek


 

20 Mayıs 2020 Çarşamba

Puştun Teki ve Ziller


puştun teki vurdu birine
kolu pek yaman
o gitti çaktı bir diğerine
Sonra bir diğeri
bir diğeri...

bir gürültü patırtı
ziller girdi birbirine
yansıdı muktedirin kulağına
duvarlara çarpa çarpa
zillerin ve çanların sesi

muktedir gittiyse de başka diyara
tahtı kaldı yadigar boş saraya
lakin yoruldu ziller, sustu çanlar
yeniden bir puşt gerek
vuracak bu sefer koca bir çana
nasıl eğittiysek cümle alemi
kalmamış tek puşt 
yaşadığımız bu topraklarda

Ahmet Ertan

Zekeriyaköy, İstanbul
Mayıs 2020 

11 Nisan 2020 Cumartesi

Tavşan Kanı




















bakıştılar dakikalarca
ilk patiyi sarman attı
yayıldı havaya bir hiddet kokusu 
ardından bu tekinsiz kucaklaşmanın
öylece baktı
kaçan tekirin peşinden
bir tüy yumağı kaldı havada asılı
rüzgarla dağılan bir kaç tüy
geldi kondu demliğin burnuna
içinde tavşan kanı çay
pek tatsızdı nasıl olsa
azda kalmıştı
yayıldım bahçemde koltuğa
yukarıda güneş şahidim
içmedim geride kalanı

Ahmet Ertan
Zekeriyaköy, İstanbul
Nisan 2020

23 Mayıs 2019 Perşembe

İstemiyorum böyle 19 Mayıs

Yine bir 19 Mayıs; üstelik tarihe geçen en önemli 19 Mayıs’ın yüzüncü yıldönümü. Ve ne yazık! Ortalık yüz yıl öncesine dair kahramanlık şarkıları, şiirleri ve hamasi yazılarla doldu yine. Profiller güne uyarlandı, kutluyoruz dedelerimizin zaferlerini.
Nedir bu coşkulu kutlamanın nedeni merak ediyorum bazen. Yüz yıl önce kazanılan bağımsızlığa ve özgürlüğe halen doyamadığımızdan mı böylesine bir heyecan yaşanıyor 19 Mayıs’lar da? Yoksa yaşadığımız iklimin soğuk rüzgarları mı, bizi böylesine iştahla kutlamaya iten?
Hep korkmuşumdur kitleler bayraklar sallayıp marşlar okumaya başladığında. Başlatılan coşkunun nerede, ne zaman biteceğini, sonuçta bu heyecan selinin aslında kimlere hizmet edip, kimlere ne üzüntüler yaşatacağını sorgulamışımdır. 
Dedelerimizin başarıları bunlar, onca değer verdiğimiz Atatürk’ümüzün ve çevresinin başarıları… İçinde bize ait ne kaldı? Onların bize bıraktığı emanet, biz bu günleri coşkuyla kutlarken, elimizde eriyip gidiyor duygusuna kapılıyorum sıklıkla. Hepimizin, en azından benim çevremdeki insanların diline pelesenk olmuş bir laf var; “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir”. Sonrasında aklıma büyük önderin veciz yaklaşımı geliyor; “Ben, manevî miras olarak hiçbir âyet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır. “ 
Düşününce bu kahramanlık şarkıları, şiirleri, hamasi yazılar… Yüz yıldır değişmeyen bu yaklaşım… Değişime direniyor mu yoksa? Belki de sadece farkında değil değişimin. İnsan sormadan edemiyor, ben ne yaptım Atatürk’ün işaret ettiği yolda? Lütfen ama lütfen işimi yaptım, yasalara uydum, vergi verdim, iyi vatandaş oldum cevabıyla kendimizi kandırmayalım. Tüm bunların içinde yaşadığımız ülkede yeterli olmaması bir yana, bu ülkenin vatandaşları olarak bu başlıklarda da karnemiz zayıflarla dolu. Ekonomik bağımsızlık yolunda geçtiğimiz mesafe işimizi yeterince iyi yapmadığımızı kanıtlıyor. Ülkede on yıllardır hükümet bütçeleri dolaylı, yani kaçamadığımız için ödediğimiz, vergilere dayalı. Kimse kazancıyla orantılı, yasaya uygun gelir vergisi vermiyor zira. En iyi eğitimlilerimizin trafikte sergilediği davranışlar, hepimizin nasıl araba kullandığı ortada. Özetle kuralları, yasaları da pek taktığımız yok.
Bunları bir kenara bırakalım, çünkü iyi vatandaş kavramına yaklaşabilmek için gerekli temel değerleri doğal yaşam biçimi olarak benimsememizi bekleyen Ata’mız, bunlardan fazlasını bekliyor bizden!!! Gelecek 19 Mayıs’ta, 20 yıl sonra ki 19 Mayıs’ta nasıl bir ülkede yaşamak istediğimizi sorgulamamızı bekliyor örneğin. Doğal olarak daha demokratik, daha özgür, mümkünse kelime anlamıyla bağımsız bir ülke hayal etmekle kalmamamızı da bekliyor yattığı yerde. Bu hayali gerçekleştirme yolunda yaptıklarımızı sorgulamamızı, sorumluluk alıp gereğini yerine getirmemizi bekliyor. Yaşadığı dönemde söylediklerinden, ama daha önemlisi yaptıklarından anlayabildiğim bunlar. Dedelerimiz bu Cumhuriyeti sadece emperyalistlerin ordularıyla çatışarak kurmadılar. Onlar politika ve diplomasi yaparak, bürokraside görev alarak ve üreterek kurdular Cumhuriyetimizi. Bu kadrolara ülkenin en iyi yetişmiş insanlarını yerleştirerek emperyalist güçlerin hedeflerine rağmen, bağımsız bir ülke kurdular.
19 Mayıs 1919’ün yüzüncü yıl dönümü hepimize kutlu olsun. Gelecek 19 Mayıs’lar ülkemize, geleceğimize yönelik hayallerimizin yarıştığı ama daha önemlisi umutlarımızın yeşerdiği, Ata’mızın işaret ettiği yönde ilerlediğimiz ışık dolu günler olsun.

17 Ocak 2016 Pazar

Kurtlar Vadisi Vizyonda


Günlerden kış; rüzgar sinmiş uzak köşeye, bir puslu hava sarmış etrafı. Uzağı görmekten aciz gözlerimiz sadece yakınları seçiyor, o da pek net değil. Seçebildiğimiz yüzler mutsuz ve renksiz, hava titretmenin ötesine geçmiş, kalplerimizi katılaştıracak kadar soğuk. Kurdun havası...

Ben seyretmedim, seyretmiyorum Kurtlar Vadisini ya da benzeri dizileri, ne şimdi ne bir başka zaman. Kurtlar sokakta zaten ve yaşadığımız şehirde apaçık bir vadi. Kanlı, canlı herşey gözümüzün önünde olup bitiyor. Ne ararsanız, entrikalar, cinayetler, patlayan bombalar, sıkılan kurşunlar. Ama beni bitiren ne biliyor musunuz? O uzun bakışmalar, işte onlar bitiriyor beni. Dakikalar geçiyor seyrediyoruz ve seyrediyoruz o “çok şey anlatan!” bakışmaları.

Aklıma Cem Karaca geliyor,  "Kır kalemi kes cezamı yaşamayı neyleyim / Namus belasına kardaş, verdiğimiz can bizim" diye bağırıyor kulaklarımda. Çocukluğumun radyo programlarından bilirim şarkıyı, "At bizim avrat bizim silah bizim şan bizim / Namus belasına kardaş verdiğimiz can bizim"Yalan yok güzel gelirdi kulağıma bu sözler. Bu sözlerin bir sıkıntı ifadesi, belki de bir nevi isyan olacağı hiç gelmemişti çocuk aklıma. 

İşi siyasete, dine dökmeyin, onlar/biz tartışması yapmayalım akşam akşam. Toplumsal konulardan bahsederken siyaset yapmadan, dinden sözetmeden, onlar ve en akıllı bizler olmadan bir yere varmak mümkün değil elbet... Yine de konumuz siyaset ya da din değil bu gece. Olabildiğince tabi!!!

Bahsetmek istediğim kaybolup giden değerler, hani şu altını boşaltıklarımız. Hepsini bildiğimiz, ama altını – üstünü, içini – dışını boşaltığımız, karnımızı doyurmayan değerler. Burada saymama gerek yok, biliyoruz bizi insan yapan, bir arada huzur içinde yaşamamızı sağlayacak değerlerin neler olduğunu.

Şöyle bir bakacak olsak manzaraya, Kurtlar Vadisine kaptırıp gitmiş memleketimde toplumları gelişmiş sınıfına sokan değerlere uzak düştüğümüzü görmemek mümkün değil. Gelin bir başka taraftan, karın doyuran perspektiften bakalım duruma. Yakın tarihinde paranın böylesine hızlı el değiştirdiği az sayıda ülke vardır. Nedenleri, doğruları, yanlışları bırakalım şimdilik bir kenara, sonuçlara bakalım kestirmeden. Osmanlı’nın son yıllarında Ermenilerin, arkada II.Dunya savaşı devam ederken genç Cumhuriyetimizde Musevilerin, on yıldan az bir zaman sonra Rum vatandaşlarımızın başına gelenler çok kısa özetlenirse paranın el değiştirmesiyle sonuçlanmış, yeni bir orta sınıf ortaya çıkmıştır.

Askere gönderdiği erkeklerinin çoğunu Balkanlar’da,  Sarıkamış’ta, Çanakkale’de, Şark’ta, ardından Kurtuluş Savaşında kaybetmiş, hanedanı bir kısım avanesiyle birlikte sürgüne göndermiş genç cumhuriyetin el değiştiren zenginliği toplumun hangi kesimine teslim ettiğini düşünmeyi sizlere bırakıyorum. Küçük ipucu vermek gerekirse Varlık Vergisi’nin uygulandığı yıllarda basının sıklıkla - sanki el değiştiren işletmelerin eski sahipleri Türk vatandaşı değilmiş gibi - önemli işletmelerin millileştirilmesinden duyduğu memnuniyeti açıkladığını söylemekle yetinelim.

Bu gün geldiğimiz noktada benzer bir süreci yaşıyoruz. Geçmiş zaman muktedirlerinin devir aldıkları zenginliği büyütmekten ziyade keyfini sürme konusunda daha başarılı olduklarını yaşadıklarımız gösteriyor. Bir türlü yeterince büyümeyen pastadan pay almak konusunda uzun süre bekleyen ve bu bekleyiş sırasında – haklı ya da haksız – hor görüldüğüne inanan geniş kitlenin güç kazandığı bir döneme girdik. Zamanında yeterince büyütülmemiş pastanın daha yaygın kitle tarafından paylaşılması ise belli ki kimselere yeterli gelmiyor. Güçlenen taraf pastadan daha çok, daha da çok pay istiyor. Para yine el değiştiriyor. Aynı pastanın dilimleri farklı sofraları süslemeye başlıyor.

Yukarıda sofra derken bahsettiğimiz elbette pasta dilmlerinin altında kalan sofra, yani yiyemediğimiz, karnımızı doyurmayan sofra... Karnımızı doyurmayan bu sofra gücü yetse doyuracak ruhumuzu. Ne varki her el değiştirdiğinde para, sil baştan kuruluyor. Yeni eller içinden geldikleri örselenmiş, ötekileştirilmiş kültürleriyle baştan yorumluyor, öncekilerin henüz biriktirmeye başladıklarını. Sofra yani işin karın doyurmayan kısmı, yeniden şekilleniyor. Gözlerimizin önüne kurulan sofra başkalaşıyor, yabancılaşıyoruz kendi soframıza. Daha fenası tüm toplum yabancılaşıyor değerlerine. Bu yeni yorumu beğenmeyenler her kesimden. Bir hırka, bir lokma yeter diyenler bir yanda, diğer taraftan duymamak mümkün değil – her gün biraz daha zayıflasa da – eski sofraların kerametini anlatanların seslerini.


Öyle ya da böyle kuruluyor sofralar bu vadide. Yeni muktedirler, adı üstünde yeniler. Ne yazık kısaca bi haberler şehr-i şahanenin kendinden menkul menkıbelerinden. Fonda hala türküsünü söylüyor Cem Karaca; "At bizim avrat bizim silah bizim şan bizim / Namus belasına kardaş verdiğimiz can bizim"

6 Eylül 2014 Cumartesi

Rüzgar



bilir misin nedir güzel olan
rüzgar
rüzgardır güzel olan

kulaklarını açtığın sevgiliye
dinlediğin şarkıya
kumsalı yıkayan dalgalara eşlik eden

yaprakları kışkırtıp hışırdatan
değirmenin çarklarını döndürüp
tüylerini diken diken eden

gecelerini o güzelim yazların
             teninde hissettiren
bilinmeden özlenen sevgililerin kokusunu taşıyan

anladın sen…
rüzgar
rüzgardır güzel olan

ve bilir misin nedir zor olan
karanlığın ışığı yendiği o uzun gecelerde
anımsamaktır
rüzgarın teninde bıraktığı ürpertiyi
karıştırmadan kışın soğuyla

özetlemek gerekse
rüzgar
rüzgardır güzel olan

31 Ağustos 2013 Cumartesi

Mahallenin Renkleri


uğraşmışlar belli
kapatamamışlar renkleri yine
olmamış hiç olmamış
eskiden çok eskiden beri
biz biliriz nedenini
kapanmadı renkler ne gri ne siyahla

daha şimdiden çıkarmış başını
göz kırpıyor mavi basamaklar
çatlakların altından filiz vermiş yeşiller
görmemek mümkün mü nasıl sırıtıyor
kırmızı
derin gri yırtmacın arasından

davet var yeniden
hemde pek yakında
gül bahçelerinde söylenen
özgürlük şarkılarına
aşka ve şaraba

ne açmazdır bu kafalarınki
örtmeye çalıştıkça yaşamı
fışkırıyor arabın petrolünden bol
sıvamaya çalıştıkça balçıkla güneşi
elleri yanıyor ustanın
güneş habersiz parlamakta

boyamışsa anarşistin teki
gökkuşağının renklerine
o tipsiz basamakları
beğenip konu etmişse cümle alem...
daha çirkin parlıyor
senin o grilerin siyahların
bırak en saf uykucuları
anlıyor mahallenin delisi
nedir senin kapatmaya çalıştığın

Ahmet Ertan
Zekeriyaköy İstanbul
Eylül 2013


6 Ağustos 2013 Salı

Başı Sonu


uzamıştı gölgeler basbayağı
biliyordum tepede değildi güneş
ama o bulutlar
ah o bulutlar
akşam çaylarının zevkinden
sabah kahvelerinin tadından etti beni
tam tepemde bir karaltı oldular
fenası göremediğimden
sistemin merkezini
kaybettim
hem yönümü hem yolumu
ne kısası ne uzunu kalmadı gölgenin
sadece tekinsiz bir gri
o da en koyusundan
sonu sabah mı olur gece mi
bellirsiz
çok ama çok belirsiz

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Çirkin Şarkıcı




















çirkinsin fena halde
şarkın desen
monoton hep aynı terane

ama ne var biliyormusun
şu zeytinin altında
hayattan aldığım
her yudumun yanına
mezesin vazgeçilmez
tıpkı rakıyla peynir gibi

kulaklarımı tırmalayan
yaz şarkın
devam ediyor
çınlamaya kış boyu
aklımda dolanıyor
çocukluğum
hayallerim
aşklarım ve
sesin

Ahmet Ertan
22 Temmuz 2013
İstanbul

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Deniz Kestanesi














sevgili deniz kestanesi
şeytanlı ada sığlığında
aynı sabaha uyandık seninle
sen yüzeyin bir metre altında
an için gözlerden uzak yinede orada
ben bir yelkenlinin kıç kamarasında
kıyıdaki çam köklerine dokunan
narin dalgaların üstünde

başparmağımda bir acı
dün yaptığın şeytanlıktan yadigar
tırnağıma kadar uzanan dikenin
her an seni anımsatmada
lakin fethiyede cerrah
ötede topu topu iki saat
bir gündür bana vereceğin acı
geçer göz açıp kapayana dek
unutma

Ahmet Ertan
Göcek
3 Temmuz 2013

12 Temmuz 2013 Cuma

Bedri Rahmi



okşayan dalgaların sesisyle uyandım
deniz'in taşıdığı uzak insanların sesleri
birde cırcır böcekleri tanıklık etti
yeni doğan güneşe

küçük çocucuğun mahmurluğuyla
sakin ve telaşsız uyandı bedri rahmi

suya dalınca gözlerimle gördüm
kavga eder gibi esen havalarda
kırılan zeytin dallarını bağrında
tam kalbinin yanında sakladığını

seçmeden almış içine kimi taze
kimi çoktandır meyve vermeyen dalı
kimbilir belki sadece bu nedenden
bedri rahmi

küçük çocucuğun mahmurluğuyla
sakin ve telaşsız uyandı bedri rahmi
unutmuşçasına günlerin arasında
yaşadığı fırtınalı aşk ve savaşları

şimdi yine çocuk mahmurluğunda
yeniden başlar gibi mutlu
kimbilir kaçıncı kez
benim ve senin zamanının başından beri

Bedri Rahmi Koyu
Göcek
2 Temmuz 2013



7 Temmuz 2013 Pazar

Salakça Düşünmek


















eleştirilerimi beğenmedi
sen sosyalist değilsin
sen liberal değilsin
sen hiçbirşey değilsin dedi bana
                                  bir dostum
ekledi kendinden emin
hiç kuşku duymadan
salakça konuştuğumu

haklı olduğuna inandım dostumun
sesi pek gür titremeden çıktığından

su şıpırtılarının üstünde
doğan güneşe karşı uyandım sarsalada
tekrar düşündüm
gök gürültüsüne benzer hiddetiyle
bitaraf olan bertaraf olur çığlıkları atan
beni kendi muhafazakarlığına çağıranları

karar verdim artık
daha fazla özgürlük için
bende bağıracağım bir saf tutup
dostumun dostlarına katılacağım 
bu da bir başka muhafazakarlık 
                        demeden
onlarla aynı şeyleri söyleyip
aynı şeyleri düşünecek
yoldaşlarıma methiyeler düzüp
kuşku duymadan fikirlerimden
                        özgürlük için
kükreyerek savaşacağım

Göcek - Sarsala
4 Temmuz 2013 Perşembe
Ahmet Ertan

26 Mayıs 2013 Pazar

Manzara Kepat



memleketten manzara kepat
derdim değil eşkiyası, zalimi
şikayetim yok beyinden
derebeyinden
söylenmem keyfime dil uzatıp
günümü berbat edenden

lafım kendime ve sana
bak akıyor su gibi yaşam
yürüyor
aynı keçiler aynı patikadan
sen ve ben unuttuk
gelip geçen hangi zaman

biz olmalıydık bildiğimizden
gördüğümüzden
emin olduğumuzdan
oysa nedir bu kabus
bizi ters yöne sokan
akıyor hayat geldiğimiz tarafa
bir çaresizlik ki diz boyu
anlatmak sövmek bu şöföre
anlamalıyız nafile


31 Ocak 2013 Perşembe

Yeşille İndigo Arası

Okurken dinlenecek: John Mayall & The Bluesbreakers / Blues for the Lost Days

https://www.youtube.com/watch?v=8eM2z9yltus
















durum yeşille indigo arası dostum
doğrusunu sorarsan ne yeşil
ne indigo görmedi  
albümler ve renkli anılar
nanolarda dolaşıp durdu yaşam
dört yüz beş yüz arası

az yeşile çalacak olsa
pompaları hazırdı basılacak betonun
indigo ne kelime hemen anımsadık
bakırköyün semt adından fazlası olduğunu
nanolarda dolaşıp durdu yaşam
dört yüz beş yüz arası

bak artık gör tanrı aşkına              çıkıyor
mavi gri beton dökülen boyaların altından
hani var ya içmesek zıkkımı
geçecek bir ömür tavan altında
kapalıya uygun ceketimizle soğuktan zıplarken
inadına tüttürmek artık infrared altında

gitmeye kalksam öbür yana
bir uzun yolculuk yeşilden çıkınca yola
önce geçmeli uçsuz bucaksız maviden
çünkü bilirsin varılmaz indigoya
başlamadan yürümeye mavi pazartesi sabahında

frekans dört yüz elliden geçtin mi bir kez
hazırsın beş yüze ve öğrenmeye
nedir hikmeti bakırköyün
söylemedi deme gidip de yok yazan methiye
nanolarda dolaşıp durdu yaşam
dört yüz beş yüz arası

27 Ocak 2013 Pazar

Düşlerin Marifeti




güller masum sardunyalar umutsuz
ağaçlarda tedirgin ama yürekli dimdik
yapraklar uçuşan veda sözleri geçmiş yazdan
bahçelerde sonbahar o hüzünlü yalnızlık

yaşanmış ne varsa yaşımın miladından
alıp alıp getiriyor rüzgarlar
çekiyorum yorgan yapıp üstüme
anılarla uykulara dalıyorum çaresiz

ben uyuyorum cümle alem uyuyor
yangınlar yıkımlar kirli sesler
terörle kucaklaşma övüncü
bir kabus olmalı düşlerin marifeti

gölgelendi dağlar tepeler
tenhalaştı ovalar boy veriyor acıların alazı
her gün görülüyor konuşuluyor da
çare olmuyor

gittikçe uzaklaşıyorum kendimden
içimde anlatılmaz bir telaş
çırpınan kırık kelebek kanatları

kırılan imgeler yıkılan değerler
ve kırılmayan umutlu bekleyiş

Şiir Sevim Ertan / Ankara
Fotoğraf Ahmet Ertan / Köln - Erpel 2006

30 Aralık 2012 Pazar

Sandalda Güvende

 





ne sıcak ne soğuk
basbayağı ılık esiyor rüzgar
güneş apaçık üstümüzde
ışık olmuş bizim coğrafya

denizde bir sandal yol alıyor
kat ediyor baştan sona boğazı
Akıntı pek ters pek istekli
yakalamışlar şimdilik
kolayına hafiften bir lodos
Yaman bir denizci
belli kurdu olmuş bu suların
Asılmış küreklere
götürüyor tekneyi
soğuk denizlere

Bir aile kızlar oğlanlar
yolcusu olmuş dolmuş sandala
Hep birlikte süzülmekteler
akan suların tersine

Aman
diye bağırıyorlar sahillerden
Fırtına beklemekte kara
kapkaradenizde
sandalcının rızkı yukarıda
istese duyamaz
aklı selim tek bir tavsiyeyi
yolcular biçare
bilmezler ne denizi ne yolu yordamı
bir tek rehber bildikleri
sandalcı olmuş yaşam boyu

göremez yolcular geride kalan
bir hayat önlerinde bir yenisi
inemezler felakete gitsede keramet
meraklı gözleri gördüğü halde
sahilde yaşamı gönlünce tadanları

yenik düşmüş çay bahçeleri
tıpkı basım balıkçı ve kulüplere
eski sazlar hoş bir seda olmuş
yerinde yeller esen kubbede
bir yabancı dünya eğleniyor
yeni sazı yeni sözüyle
farklı sesler başka başka kokular
ikonaların yerine ikoncuklar

kendini mahkum bilen
bilsede söyleyemeyen kızlarla oğlanlar
görünmez özlemlerle yüklü sandalları
korku yüklü bedenleriyle
şimdilik güvende hissetmedeler
tanımadıkları karadan açıkta
sallanıp duran su ufacık kayıkta

12 Ekim 2012 Cuma

Mutlak Karanlık















nasıl bir karanlıksa bu
teşbihte zorlanıp
bulamadım uygun kelimeyi
mutlak bir ışıksızlık durumu
hani göz kapamanın ötesi
eller kollar havada
arıyorum tutunacak bir kol
dayanacak bir duvar
dost bileceğim
yol gösteren ilk hergeleyi
anasını satayım
sanki piyango bileti

4 Ekim 2012 Perşembe

Bir Çuval İncir


ben berbat etmedim
bana sormayın
nasır tutmuş kalbinin aynası elleriyle
canım incirleri çuvala tıkana sorun
ben değilim suçlusu
bilmezmi o ellerin sahibi
narindir incir

ezilip berelenerek girerken
incirler çuvala
kesilip atılmış meşeler gibi
sessiz ve tepkisiz seyredenlere
sorun birde
bana değil
ben değilim suçlusu

söz başkalarından açılmışken
ifşa edenler var
çuval sahiplerinin dosyalarını
hiç usanmadan
onlara sorun unutmadan
neden neden
bir kasa yapmadınız
içine yapraktan bir yatak
dizerdik incirleri sıra sıra
ezmeden düzmeden
ama bana sormayın
ben değilim suçlusu

belki geç oldu
uyandığımda önümde buldum
çürük incir dolu çuvalı
şükür açıldı gözlerim
gördüm
bakın etrafa görmeyen gani
oysa gelecek ağustos
toplanacak incir dolu

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Gece Uzun




nasıl kaçırdım anlamadım
engin maviye
firavunun kayığında süzülecektim
tam yakınken sonsuz ufuklar
birden karardıkça karardı griler
açıktan yaklaştı fırtına
neler atlattık buda geçer derken
uyandım bir iglonun içinde
altı aylık geceye
görür müyüm sabah güneşini bilemedim
gece uzun gece soğuk gece yalnız

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Gülü Görmeden














gonca vermeden gül oldular
açılıp çiçek olacak
kokutacak bahçemizi mis diye
sevindirmeden
kimseye vermeden
geleceğe dair bir umut...
geldiler
yaşayamadan goncanın tazeliğini
gül oldular gülü görmeden

19 Temmuz 2012 Perşembe

Bertaraf















siyahla beyazın arasında
araftayım
birileri kızgın bana
griler içinde bitarafım
koyuyla açık arasında
alıştı gözlerim
fark kalmadı kül rengi
sisli perdeler arasında
pek yakın geliyor
en koyu ile en açık
şeytan sorduruyor
madem öyle
bunların arası neden açık
nedeni puslu havada kayıp
cahilliğinden habersiz
paylaşmış bazıları
bir tarafta karayı
diğerinde akı
bense en cahil
seçememem ne birini
ne ötekini
siyahla beyazın arasında
araftayım
birileri kızgın bana
griler içinde bitaraf
yakındır
arada derede bertarafım

7 Temmuz 2012 Cumartesi

Metanet















doldur be meyhaneci
evde bekleyenim çok bu gece
doldur şu kadehe
umudun rayihalarını
sabrın nefasetini
umarım bulmayı
meyin sertliğinde metaneti
parti var akşam yatakta pijamalarla
davetliler dedim ya bekleyenim çok
hanım getirmiş eve iş yerinden
buluşmuş beklerler evdekilerle
bende yanımda götüreceğim ofiste topladıklarımı
unutmadan birde yıllardır kapıyı çalmayanlar var
onlar bu gece yine gelmeyecek
şahidim ol bu gün meyhanede
ısrarla aradım umudu
bulduğum bir sepet ve evet küçük bir sepet sabır
cep dolusu metanetten ibaret
hayallerim çocukluğumdan kalan
anımsanacaklar
yüzüm buruşup dişlerim döküldüğünde

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Zaman















şakaikler açıyor bahçede
telaş içinde
yetişmek kavuşmak için
her sabah doğan
parlak bahar güneşinin
altın sarısı rengiyle yıkanıp
pespembe bir geleceğe
ulaşmak için
koşarak karşılıyorlar
zamanın başını ve sonunu

Koku












her gidişin bir kokusu var
bu gidişin bir garip kokusu var
pis desem değil
güzel hiç değil
ama kokuyor inceden inceye
öyle hafif başlıyorki
anlamıyor insan
arkanı döndüğünde bir gün
sarıyor koku
tüm mahalleyi
birden giriyor gözüne
akreple yelkovanın ısrarlı devinimi

13 Mart 2012 Salı

Deliliğin Sonbaharı















bu deliliğin sonbaharı sevgilim
sen kendine ben kendime
teyit için birbirimize
bir gerçektir dikte ediyoruz
inanman gerek
pervazsız ahlaksızlık dediğin
benim gerçeğim
çünkü bu
deliliğin sonbaharı sevgilim

senin şu sinir bozan düzenin
beni yoldan çıkaran
artık anlamalısın 
gerçeğin benim kabusum
kabustanda kastım apaçık bir tecavüz
bu ne bir gece nede iki
korkarım sürecek baki kalan kubbede
ne bu devletin ne bir diğerinin
insanlığın bekası sürdükçe

bunun adı delilik ve biz hepimiz
ve siz büyüklerimiz
üstelik çocuklarımız
doldurduk huzursuz ruhlarımızı
ceplerimizi yetmeyince midemizi
kusmaya ramak kaldı
deliliğin bu sonbaharında sevgilim

7 Mart 2012 Çarşamba

Kırmızı Çanta


 





















bu bir çanta
bir kırmızı vinileks çanta
parlak umutlar var içinde
gözden uzak
kalmışlar bir kilidin altında
kim doldurmuş onları
bir kırmızı çantaya
kim asmış çantayı askıya
bırakıp gitmiş sokağın ortasında
boynunda kilidiyle…

umutlarmı göremeyen insanları
insanlarmı göremeyen umutları
neyse ne
saplasa biri sustalıyı
aksa umutlar aksa
irin gibi cerahat gibi
o umutlarki parlak sandık
metalik boyayla çelik jant yüzünden
birde göremediğimizden

29 Şubat 2012 Çarşamba

Eskidi Yüzümüz



eskidi mi dersin yüzümüz
aynı sokakta umutla beklerken
sokağın çöpçülerini postacılarını geçtik
çıkarcı misafirler ezberledi sanki
bakışlarımızı
dikildiğimiz köşe başını
bir dökük kapı
yılların ezdiği basamaklar
ah üç beş dakika önce
kısa pantolonlar yeterdi
örtmeye küçücük bacaklarımızı
ne kadar zaman oldu bilmem
giydiğim pantolon mu kısa
yoksa bacaklarım
daha da fenası ben miyim küçük olan
ezilmiş basamaklar bu gün daha dik
akşam yine oturduk aynı duvara
karşı tepede bayılmada güneş

16 Şubat 2012 Perşembe

Poşet Çay















pek yavan olur demlenmeyen çayın tadı
yapılınca sallama poşetten
hele ikinci kez girdiyse bardağa
rahmetli at sidiği der atardı kenara
ağzı yanmış yanlışlarla
gönlü dolmuş korkularla
and olsun içmedi çayını poşetin
bakmadı tadına meretin
ne dediysek inanmadı güvenmedi
ağladım bende renk vermeden